Altın bir elma düşer dalından göğün,
O renk renk gölgeleri dökülür, gün sonunun,
BIr nur havuzu dolar pembeliğiyle ünün,
Eteklerini tutar dağlar altın buğunun.
Salkım söğütlerin nur dökülür yaprak yaprak,
Ilık rüzgar dökerek geçer bütün dalları,
Bir akşam yemişidir elimde ılık toprak,
Ve bir masal kokusu aşıp gelir yolları.
Ellerim güneşe o kadar yakın; tutarım,
O elmayı ısırmak isterim ben bu akşam,
Eşsiz pembeliklerde yıkanırım-yatarım
Derim; hayata veda, sonsuzluğuma selam.
Bir Bor elması gibi ey batan güneş seni
Isırmak sitiyorum seni büyülü yemiş,
Hatırla masallarda bahtiyar geçen günü,
O günler, o günler bu özlemle zenginleşmiş.
Elim değiyor Hasan Dağı'na, serinliğe,
Yüksekliğe uçuyor.. Kar öbek öbek,
Pembe pembe halılar serilmiş "yürü" diye
Bu çocuk ufukları özledi, yürüyecek.
Duru bir pembeliğin örtüsündedir dağlar,
Dağların arasından uzatıp ellerimi
Erişmek istiyorum gök bitimine kadar,
Okşayabilmek için bütün sevdiklerimi.
Uyu, çocuğum uyu, ko başını dağlara,
Tanrının işlediği o yorganı; ufuğu,
Serdi bu eşsiz akşam, ilk yatağıma; Bor'a...
Ve bahçelerde annem ninni söylüyor uyu!
Her an değişen bir gül gibi açtı çocuğum,
Dağları okşamak... O dağları kafesinde,
Ufkunda öz elmayı koklamak istiyorum,
İşte, güneş orada akşamın bahçesinde.
Ortaanadolu'nun küçük, şirin köşesi
Sanki seher yeliyle esilir yeşil Bor'da
Bağların de dinlenir kuşların şakrak sesi,
İlham, gönülde derya, yüzülür Yeşil Bor'da.
Çiçeklenir ağaçlar, yemyeşil olur kırlar,
İpek ipek ibrişim ilkbaharda çayırlar,
Kuzuya mera olur, güzden kuru bayırlar,
Bu mevsimde arzuyla gezilir Yeşil Bor'da.
ÇAKILBAHÇE, GEBERE, KAYABAŞI'nda bahar,
Özdende karsuları, coşarak çağlar akar
BENTKAVAK, MANASTIR'da sevdaya türkü yakar,
Sevgilinin yüreği ezilir Yeşil Bor'da.
Bahçeler gonca gonca, çeşit çeşit gülleri,
Ötüşürken yarışır bülbüllerin dilleri
İlkbaharda yemyeşil giyer mevsim tülleri,
Sevgi dolu güzellik, süzülür Yeşil Bor'da.
YANIK KAPI, bağları mor menekşe kokuyor
YUNAK'da HUMAN Çayı Köpürerek akıyor
KIZILYER'de leblebi çiçekleri şakıyor,
Duygular sanki düğüm, çözülür Yeşil Bor'da.
Hıdırellezle gidilir bağa, yeni yaprağa,
Canlılık fışkırıyor, hayat gelmiş toprağa
Gece çiçeklerinden esans yayılır, dağa
İlham gelir, mısralar yazılir Yeşil Bor'da.
Bor'a özlemle dolu Bor'lular gurbet elde
Birer hatıra şimdi yanık türküler dilde,
Kavuşmamız neşedir hasretli gönüllerde,
Sabır vuslata tesbih, dizilir Yeşil Bor'da.
Hayat kazanmak için gurbetlere gittiniz,
Bazan mektup yazdınız, bir selam ilettiniz,
Ana baba kalbinde vuslatı özlettiniz,
Sizi bekleyen ecdad üzülür Yeşil Bor'da.
ACIGÖL, ELALDI'da hayatın son durağı,
Kimini gobca iken erken almış kırağı
Anmadan durulmuyor neşe olsa da ağı,
Her geçişte burukluk sezilir Yeşil Bor'da.
Kaynakları beslesin; yaşatsın karlı dağlar,
Pınarlar şırıl şırıl, mehtaba çelenk bağlar,
FESCİOĞLU, sevinçli gelmiş yine ilkbahar,
Sevgilere mezar mı kazılır Yeşil Bor'da.
M. Emin ARISOY (FESCIOĞLU)
Bor ŞehriTesmiye kıldı erenler Bor iken Nur adını,
Etti çok zira Huda uşşakını ubbadını.
Ekseri halkın mesakin dahi mazlum ise de,
Gönderir Rezzak-ı Alem cümlesinin zatını.
Alimi çok, talibi çok, ez-kadim hem salihi,
Zakiri çok eylemez terk ruz ü şeb evradını.
Görmedim hiç böyle bir kavm ki zekatların verir.
Hakk Tealâ eylemiş çok anların hasadını.
Çoğu çulha, rençberi çok, ağniyası borçlu hem,
Kesmesin Mevlâ o kavmin avnini imdadını.
Bid'ati az, ziyneti az, saire nisbet ile,
Nasihin pendin tutarlar mürşidin irşadını.
Affı galib, kezmi galib, kin adavet tutmayıp,
Biribirinin kim temenni eylemez berbadını.
Acıkan çocukların
Yem bekleyen hayvanların
Düşündürmesin seni...
Geçmedi Bor'un pazarı
Bağla eşeğini sikkeye;
Para kazanacaksın,
Gitmeyeceksin Niğde'ye...
Umutsuz kalma
Pazar meydanlarında...
Müşterilerin duysun sesini,
"Halil yine gelmiş..." desinler.
Dallarından koparılmış
Elmalarından sat,
Buz gibi yesinler...
Geçmedi Bor'un pazarı
Bağla eşeğini sikkeye;
Satacaksın malını
Para kazanacaksın,
Gitmeyeceksin Niğde'ye...
Seni üzmesin
Vurdumduymazlıklar...
Hileli işler,
Cambazlıklar...
Bırak bunları
Bir kenara,
Kafanı yorma...
Geçmedi Bor'un pazarı
Bağla eşeğini sikkeye;
Satacaksın malını
Para kazanacaksın,
Gitmeyeceksin Niğde'ye...
Başta kavak yelleri estiği günler hani ?
Beklediğin nişanlar, şerefler, ünler hani?
Aradığın sevgili, şanlı düğünler hani?
Selvi gibi ümitler döndü birer iğdeye,
Geçti Bor'un pazarı, sür eşeğini Niğde'ye.
Sende cevher var imiş bunu herkes ne bilsin.
Kimler böyle züğürdün huzurunda eğilsin ?
Şöyle bir dairede müdür bile değilsin.
Ne çıkar öğrenmişsin mesahayı pi diye,
Geçti Bor'un pazarı, sür eşeğini Niğde'ye.
Bilmemki ne olmaktı senin gayen, maksadın ?
Fare gibi kitapların arasında yaşadın.
Ne dans ettin eğlendin, ne sevdin kız kadın,
Kim dedi hey serseri gençliğine kıy diye ?
Geçti Bor'un pazarı, sür eşeğini Niğde'ye.
Gönül ne çalgı ister, ne eğlence ne de dans,
Ne güzel kadınların önlerinde reverans.
Kapandıkça kapandı bunca yıldır kahpe şans.
İhtiyarlık gölgesi perde çekti dideye,
Geçti Bor'un pazarı, sür eşeğini Niğde'ye.
Fırsatı iyi kolla, sakın olma dangalak,
Keyfine bak dünyada gülerek, oynayarak.
Sende iç şampanyalar, viskiler bardak bardak,
Dokunuyor üç kadeh şimdi bizim mideye,
Geçti Bor'un pazarı, sür eşeğini Niğde'ye.
Hasanın böreğine vaktinde yetişmeli,
Hiç durmadan gövdeye atıştırıp şişmeli.
Yanıpta kavrulmadan mükemmelen pişmeli,
Yoksa seni almazlar hiç bir yere çiy diye,
Geçti Bor'un pazarı, sür eşeğini Niğde'ye.
Sevgiler, saygılar ve mutlu insanlar
Ayrı bir heyecanla kurulur pazarlar
Çan, çıngırak, heybe, saç, kepe kepenek
Ne çok el sanatı var bir bilsek
Rahatı sevmez Bor halkı
Durmadan üreterek, çabalar, çalışır,
Sabah erkenden işe koşar, selam vererek
Her gün yeni bir heyecanla başlar,
Kimi işine, kimi de bağlara, bahçelere taşınır
Okumuşu çoktur, aydındır Bor halkı
Üretken insanları yetiştirir çok çeşitli has meyveleri
Yaşamın rengidir bağları ve bahçeleri
Tarihe uzanır değişik kültürleri
Buluşmuştur hepsi bu güzel topraklarda
Seyre doyum olmaz Kayabaşı'ndan Ova
Bu topraklarda doğa da bir başka
Hayatta bir başka
Bir yanı bozkır, bir yanı yeşil örtü
Kışları sert, yazları ise yayla
İnsanları sevecen ve mutlu
Alışmıştır her koşulda yaşamaya,
Eller dua için açılırken huşu ile,
Memleket sevgisi vardır içten içe,
Her köşesinde ayrı bir anı yaşar,
Bor'u gezen insan gördüğüne şaşar
Tarihi evleri, kiliseleri, camileri,
Her köşede var dünün izleri
Bir yol uzanınca Kemerhisar ile Bahçeli'ye,
Ötede Çukurkuyu,Gökbez, İftiyan sanki seslenir.
Yaşarken tarihten gelen eserleri,
Balcı'da anıt kestane ağacı ovayı selamlar
Gezdiğiniz yerde doğa ile tarih sanki birlikte oynar...
Yemek vakti geldiğinde birer birer kurulur sofralar
Söğürmeler, kavurmalar, tavalar
Olmaz ise çökelek ile dürümde var
Ve gün geceyle buluştuğunda
Evlerde bir dost meclisi kurulur sonra,
Günlük anılar anlatılır orada
Geçmişle bağlantılar kurularak...
Sevgiler yoğundur, komşulukta yürekten,
Bor'da yaşanır gündüzde gecede,
Güzellikler samimi ve içten,
Gerçek içinde gerçekten...
ÖMER FETHİ GÜRER
Bor Kültür - Sanat
BOR İLÇEMİZE HAS YEMEK , TATLI VE KIŞLIK GIDALAR.
Bor , yemekleriyle de ünlü bir ilçedir aslında. Belki Türkiye’nin başka bölgelerinde de Bor’umuzda yapılan yemek çeşitlerine rastlanmaktadır fakat Bor’da yapılan yemeklerimizin kendine has bir yapılışı vardır.Kullanılan malzemeleri genellikler bizzat bu yörenin malzemeleridir dolayısıyla bu özellik yemeklerimize kendine has özelliği katmıştır.Genel itibarı ile yiyecek dediğimiz fakat bazen çorba, bazen kışlık , bazen tatlı olan bu ihtiyaçları kısa da olsa anlatmaya çalışalım.Bor’da kışın zorlaşan yaşama önceden hazırlıklı olmak, dayanacak her gıda ürününü saklamak esastı.Sarı erik, kayısı ve çilekten reçeller yapılırdı.Bulgur, erişte, tarhana, salça, ev ekmeği hazırlanırdı. Vişne, kiraz, erik, kayısı, zerdali, kurutulurdu. Elma, armut hak kesilirdi.Kabak, patlıcan, biber ipe dizilip asılırdı. İşkembeler üzüm çubuğuna geçirilir gerilirdi. Etler, kış için kurutulurdu. Sucuk, pastırma, kavurma yapılırdı. Yapraklar tuzlanırdı. Biber, domates, salatalık, lahana, üzüm turşuları kurulurdu.
Arabaşı Çorbası ; Arabaşı Genellikler kış aylarında yapılan ve ev gezmelerinde sıkça sunulan bir yemekti.Özellikle aileler birleşip birlikte bu yemeği yaparlardı.Daha sonra bu kaynaşma içinde hem muhabbet, hem akrabalık bağları gelişirdi.Genellikle kış aylarında yapılması av etinin kış aylarında bol olmasından ve bu çorbanın soğuk günlerde içilme özelliği olduğundan kaynaklanırdı.Şimdi bu özel çorbanın nasıl yapılacağına ilişkin bildiklerimizi söyleyelim. Av eti, yoksa hindi eti o da yoksa tavuk eti (bazıları kuzu eti ) haşlanır, kemiğinden ayrılıp didiklenirdi.Pirinç de hazırlanır ayıklanırdı.Pişirilip suya atılırdı.Acı ve tuz eklenip un, yağ, salça kavrulup çorbaya yedirilirdi.Kaynadıktan sonra servis yapılırdı.Bir de bu çorbanın özel hamuru var.Bu hamur da şöyle yapılırdı; Normal un soğuk su ile karıştıra, karıştıra ocağa yerleştirilirdi.Pişirilir sinilere alınırdı.Sinini ortasında da tas bulunurdu.Taslarla Arabaşı çorba limonluca ve bol baharatlı bir şekilde sıcak servis yapılırdı.
Söğürme ; Eskiden fırınlarda yapılan artık mangallara, barbekülere düşen bir et yemeğidir.Aslında yemek de değildir bir zevktir.Eskiden koyunun pirzola kısmından alınan eti tuzlar , yağlı şekilde tavaya yayarlarmış ve fırına verirlermiş bu yemeğe de Söğürme derlermiş.Ama zamanla söğürme şu şekilde de yapıla gelmiştir. Kemiksiz siyah et alınır, ince ince kesilir (yazılır) , tuzlanır (baharatsız) ve mangalda pişirilerek söğürme yapılır.
Kelle Yemeği -Tirit ; Eskiden evlerde ekmek yapılırdı.Bunlar tandır adı verilen fırın misali yerlerde meydana getirilirdi.İşte ekmek yapma olayı bittiğinde tandırda kalan köz boşa gitmezdi bu közle de kelle yapılırdı.Kelle tandırda ütülür, temizlenirdi.Daha sonra küçük kelle çömlekleri alınır içine biraz su koyulur, kelle de içine yerleştirilir ve tuzlanır.Sonra hazırlanan kellemiz çömlekle tandıra gömülür.Tandırda pişen bu kellenin tadına doyum olmaz. Tepsiye parçalanarak koyulan ev yufkasının üzerine kelle suyu yani tirit dökülerekde yenir .
Aşlık Çorba ve Pilavı ; Evlerde kışa hazırlık için aşlık yapılırdı.Aşlık (erişte) ; yumurta, un, tuz, su kullanılarak bunları sertçe hamur şeklinde yoğurup şepe (Bkz. Bor Ağzı )gibi kalın açıp dürüm gibi sardıktan sonra kesilerek küçük parçalara ayırarak oluşturulurdu.Daha sonra kesilen parçalar güneşte kurutulurdu.En son olarak hazırlanan parçalar fırında kavrularak çorba yapımına hazır hale getirilir. Aşlık Çorbası ; Biraz yağ ve salça alınır tencerede kavrulur sonra üzerine biraz su ilave edilir.Belli süre kaynadıktan sonra üzerine aşlık ilave edilir.Aşlık yumuşamaya başladıktan sonra artık çorbamız hazırlanmış olur. Aşlık ile pilav da yapılırdı ; Bir tencerenin içinde suyla birlikte aşlık haşlanır, haşlanan aşlık kevgirden geçirilerek süzülür.Haşlanmış aşlığın üzerine daha önce kızdırdığımız tereyağını dökeriz ve pilavımız hazır hale gelir.
Tarhana ;Tarhana için süzme yoğurt kullanılır.Yoğurt koyu ayran kıvamına gelinceye kadar su ile karıştırılır.Sonra ocağın üzerinde pişirilmeye başlanır.Pişirme işlemi sırasında içine yarma buğday katılır.Tuz eklenip buğday yumuşayıncaya ve karışım kaynayıncaya kadar karıştırma işlemi devam eder.Kaynama başlayıp karışım koyulaşınca indirilir ve soğumaya bırakılır.Daha sonra şekil verilerek hazırlanır.Bor’da tarhana yapıldığı zaman komşular birbirlerine bunu ikram ederler.Geri kalan kısmı da kış için kurutularak saklanır.
Pekmez ; Bağdan üzümler toplanır, yıkanır şarapanada çiğnenir, çıkan şıra pekmez toprağıyla kestirilir, duru olduktan sonra ocağa konulur koyu kıvamı alıncaya kadar kaynatılır.Sonra soğumaya bırakılır.Kışın yenmek için hazırlanır.
Niğde Tava ; Malzemeler: 2 kilo kuşbaşı et , 250 gr civarında kuyruk yağı , 3 baş sarımsak, 250 gr sivribiber, 1 kilo kabukları soyulmuş domates. Yapılışı:Biber , domates ve sarımsak küçük küçük doğrandıktan sonra tepsinin altına önce sarımsaklar , üzerine kıyılmış biberler , onun üzerine domates, onun üzerine de etler dizilir.En üste de kuyruk yağı konulur ve tuzlanarak fırına verilir.Servise hazırdır.
Salça;Ağustos sonlarında Sazala’nın domatesi atlı arabalar ve merkeplerle pazara gelirdi.Domates sandıklarla alınır, büyük bir kazanda yıkanır ve tuz atıp birkaç gün güneşte bırakılır.Sonra kalbur ve kevgirde el ile ezilerek geçen domates suyu ocak üzerinde leğen ile kürek ile karıştırılarak kaynatılır.Kıvamı, renginin koyuluğu ve tadı kontrol edilerek suyu iyice alınıp koyu kırmızı bir kıvama gelmesi ile ateşten alınıp kaplara konur.Salça leğeni de çocuklar ve komşular tarafından el ile sıyrılarak, yalanarak yenir yada ekmeğe sürülerek tadılırdı.Özellikle yeni yapılmış salçayı yeşil soğanla yemeye doyamazdık.Domates çekirdeği ve posası da kurutulup yakıldığı gibi tohum olarak da yararlanılırdı.
Kabak Tatlısı; Kabak duru pekmeze katılarak kabak tatlısı yapılır.tohuma bırakılan kabak düzgün kesilip kabuğu soyulup sulandırılır, kirecin duralmış suyuna 3-4 saat bırakılır.Kireçli sudan alınıp iyice yıkanır ve süzdürülüp kuş kanı denen hazırlanmış, kaynatılmış şıraya kabak katılır.Kabak tadını çekene kadar kaynatılıp rengi kırmızılaşınca tülbentle süzülerek şıra alınır, kabaklar devamlı karıştırılmaya devam edilerek kıvamına gelince ateşten alınır ve pekmezin içine konup yemeye hazırlanır.
Köfter ; Pekmez yapılan evde köfter de yapılmaktadır.Beyaz üzümden elde edilen şıra kaynatılıp yüzünün kefi alınır, ateş söndürülür.Nişasta ve un ölçüye göre hazırlanır.Soğuk şıra ile yoğrulur.Özel köfter küreği ile dinlenen şıraya yoğrulan boza kıvamındaki nişasta ve un karışmış şıra katılır ve köfter küreğiyle 45 dk bu işlem devam eder.Kıvamını bulunca leğen ateşten alınır.Önceden hazırlanmış kaplara kepçe ile akıtılan karışım 1 gün bekletilir.Soğuma ile kısmen katılaşan kıvama köfter denilir.Ertesi gün kaplarda düzenli olarak kesilerek yerden yüksekçe ve güneş gören, korunmalı yerlerde kamış çığlara düzenli olarak serilir., birkaç gün sonra arkalı önlü yapılır ve kurumaya bırakılır.Kuruması sonrası toplanıp bez torba ya da tenekelere alınarak kış için saklanır.Köfter kaynaması da komşularla paylaşılan bir gelenektir.
Sirke; Şarapanada (bkz. Bor Ağzı) pekmez sıkıldıktan sonra cıbrası(bkz. Bor Ağzı) kalırdı.Çuval bez üzerine konan cıbra üzerine ağırlık konur, birkaç gün beklenir ve kendi kendine ısınan cıbra kontrol edilir, kıvamına gelince üzerine kovalarla su serpilirdi.Sızan su alınırdı ve birkaç kez aynı iş yapılırdı.Sonuçta oluşan sıvı damacanalara ya da küplere konurdu.Üzümün türü sirkenin keskin olmasını sağlardı. Sirke damacanada korunur ve birkaç yıl bekletilince olurdu.Sıra ile damacanalar kullanılırdı ki sirke çok keskin olurdu.Sirke satılmaz olmayana verilirdi.
Vıttırıvızzık; Pekmezle yapılan özel bir tatlıdır.Kışın canı taze köfter isteyen bunu yapabilir.Köfter niteliğinde pratik olarak yapılan bir tatlıdır.Yapılışı: 1 su bardağı su,1 su bardağı pekmez karıştırılır, 2 çorba kaşığı tepeleme nişasta ilave edilir kaynayıncaya kadar karıştırılır.Kaynadıktan sonra küçük tabaklara koyulur üzerine dövülmüş ceviz serpilerek servis yapılır.
ŞAİR VE YAZARLAR : Emin Atlı , Arif Ay (1953), Halil Ataman (1988- ), Togay Bayatlı (1938- ) , Yavuz Donat (1943- ) Talat Gün (1909- ), Ömer Fethi Gürer (1957- ) , Vahap Okay (1911-2006) , Ragın Önen(1903-1996) Hacı Şimşek , Ferit Ünal , Emin Arısoy , Üzeyir Lokman Çaycı (1949- )
FELSEFECİ DİN ADAMI : Ahmet Kuddusi (Mutasavvıf Şair) , Ülfeti (H.1223-1315) Asumi (…-H.1245), Pirizade Binbaşı Mehmet Es’at Bey , Yakup Hind Bin Yusuf , Ahmet Vehbi Ecer , Arif Davut Targan
POLİTİKACI - DİPLOMAT : Asım Eren , Halit Hami Bey(Mengi) (1884-1958) Rasih Şahap Bayatlı(H.1323-M1962) , Nafi Demirkaya (1319- ), Emin İrişgil , Akın Gönen (1942- ) , M.Fikret Gürer (1925- ) , Ömer Aşkı Gürer (H1326 - ) , Halit Mengi (1883-1958) , Haydar Özalp , Abdülkadir Sakarya , Lütfi Fikret Tuncel , Abdullah Üstün , Cevat Vural , Halil Nuri Yurdakul …
BOR TÜRKÜLERİ
Çekin Halaylar DüzülsünNaciyem
Çekin Halay Düzülsün Ellerin Yari,Dere boyu giderim naciyem,
Sürmeli Gözler Süzülsün Ömrümün Varı,Koyun , kuzu güderim naciyem,
Halaya Girmeyenin Ellerin Yari,İkimizi görmüşler , naciyem ,
Vurun Boynu Üzülsün Ömrümün Varı.Bari inkar edelim naciyem, ****
Bindim Kerpiç Duvara Ellerin Yari,Şöyle olur da gavur dölü böyle olur,
El Ettim Eski Yare Ömrümün Varı.Eller sever yüreğime dert olur,
Eski Yar Söyle Dursun Ellerin Yari,
Can Kurban Yeni Yare Ömrümün Varı.Arabana daş koydum naciyem ****Al yastığa baş koydum naciyem
Güvercin Vurdum Kalkmaz Ellerin Yari,Seni gelecek diye de naciyem,
Kanı Göl Olmuş Akmaz Ömrümün Varı.Sağ yanımı boş koydum naciyem
Eskiden Sevdiğim Yar Ellerin Yari,
Dönüp Yüzüme Bakmaz Ömrümün Varı.Şöyle olur da gavur dölü böyle olur, Türkünün Kaynağı & Mahlası: Emin AslanEller sarar yüreğine dert olur
Çıktım seyreyledim Niğde’yi Bor’u
Çıktım seyreyledim Niğde’yi Bor’uHey geri de deli gönül hey geri
Acep gezsem mavi donlum var m’olaAdana, İlbeyli, Göksun, Tekir’i
Güzeller durağı Tokat, EngürüOtuz iki sancak, Diyarbekir’i
Acep gezsem mavi donlum var m’olaAcep gezsem mavi donlum var m’ola
Heşiri de deli gönül heşiriYeşil ördek yayılıyor çimende
Deryada dönüyor kıral yesiriMehdi günü doğar ahir zamanda
Halep, Trablus, koca Mısır’ıKürt’te, Hindistan’da, Çin’de, Yemen’de
Acep gezsem mavi donlum var m’olaAcep gezsem mavi donlum var m’ola
Yeşil ördek sulanıyor gölekteMecliste içerler demi kanyadan
Altın küpe şavk veriyor kulaktaGuzel seven murad alır dünyadan
Cennet-i alada, huri, melekteKayseri’den, Karaman’dan, Konya’dan
Acep gezsem mavi donlum var m’olaAcep gezsem mavi donlum var m’ola
Hacı Bektaş Veli şeyhlerin piriMardin’den de Karac’oğlan Mardin’den
Konya’da yoklayın Molla Hünkar’ıÇeken bilir ayrılığın derdinden
İçel’den, Antep’den, Gürün’den beriKoçhisar’dan, Hasan Dağın ardından
Acep gezsem mavi donlum var m’olaAcep gezsem mavi donlum var m’ola Karacaoğlan
BOR ŞİİRLERİ
Bor’a Hasret
Anamın koyduğu azık alkımda,
Her sabah kalkınca Bor'u özlerim.
Gün batar gurbette içimde tasa,
Özden rüzgarından haber gözlerim.
Firkat basar beni her akşam böyle,
Sıra selvilerden geçip te şöyle,
Çakılbahçeden bir gonca koparıp,
Sinandı bağından eseyim derim.
Seccademi serip yarımadaya,
Gece orda yatıp bakarsak aya,
Yunak'ta soyunup gireyim suya
Bentkavak'a kadar yüzeyim derim.
Çayırlı Camide bir namaz kılıp,
İftihan yoluyla, yedi odaya,
Acıgöl'de durup Kuddüs Babaya,
Bütün sırlarımı vereyim derim.
Gurubu seyredip kayabaşında,
Şıra kaynatayım gala dışında,
Sızgıt dürümünde, arabaşında,
Eski lezzet var mı sorayım derim.
Azrail gelirse şu genç yaşımda,
Bir türkü yakılsın dombul başında,
Okçu suyu içip sabah beşinde,
Bor'da canımı al öleyim derim.
Borlu Ferit derde düştüm hasretle,
Bir gün kavuşursun inşallah dosta,
Paşa camiinde serdiğim posta
Yüzümü, gözümü süreyim derim. Ferit Ünal
Geçti Bor’un Pazarı
Başta kavak yelleri estiği günler hani?
Beklediğin nişanlar, şerefli günler hani?
Aradığın sevgili şanlı düğünler hani?
Sevgi gibi ümitler döndü birer iğdeye
Geçti Bor'un pazarı sür eşeği Niğde'ye
Sende varsa bir cevher onu herkes de bilsin
Kimler böyle züğürdün huzurunda eğilsin?
Süslü bir dairede müdür bile değilsin
Ne çıkar öğrenmişsin mesahayı pi diye
Geçti Bor'un pazarı sür eşeği Niğde'ye
Bilmem ki ne olmaktır gayen maksadın?
Fare gibi kitaplar arasında yaşadın
Ne dans ettin, eğledin, ne de sevdin kız kadın
kim dedi hey serseri gençliğine kıy diye?
Geçti Bor'un pazarı sür eşeği Niğde'ye
Gönül ne çalgı ister, ne eğlence ne de dans
Ne güzel kadınların önlerinde referans
Kapandıkça kapandı bunca yıldır kahpe şans
İhtiyarlık gölgesi perde çekti dideye
Geçti Bor'un pazarı sür eşeği Niğde'ye
Fırsatı iyi kolla olma sakın dangalak;
Keyfine bak! Dünyaya gülerek, oynayarak
Sonra iç şampanyalar, viskiler bardak bardak
Dokunuyor üç kadeh şimdi bizim mideye
Geçti Bor'un pazarı sür eşeği Niğde'ye
Fırsat uçan bir kuştur vaktinde yetişmeyeli
Durmadan eğlenmeli, alıştırıp şişmeli
Yanmadan kavrulmadan mükemmelen pişmeli
Sonra seni almazlar hiçbir yere çiğdiye
Geçti Bor'un pazarı sür eşeği Niğde'ye
Namdar Rahmi Karatay
Bor’da Bahar
Ortaanadolu'nun küçük, şirin köşesi,
Sanki seher yeliyle esilir yeşil Bor'da
Bağların da dinlenir kuşların şakrak sesi,
İlham, gönülde derya, yüzülür Yeşil BOR'da.
Çiçeklenir ağaçlar, yemyeşil olur kırlar.
İpek ipek ibrişim ilkbaharda çayırlar,
Kuzuya mera olur, güzden kuru bayırlar,
Bu mevsimde arzuyla gezilir Yeşil BOR'da.
ÇAKILBAHÇE-GEBERE, KAYABAŞI'nda bahar,
ÖZDEN'de karsuları, coşarak çağlar akar
BENTKAVAK, MANASTIR'da sevda türkü yakar,
Sevgilinin yüreği ezilir Yeşil BOR'da
Bahçeler gonca gonca, çeşit çeşit gülleri,
Ötüşürken yarışır bülbüllerin dilleri
İlkbaharda yemyeşil giyer mevsim tülleri,
Sevgi dolu güzellik, süzülür Yeşil BOR'da.
YANIK KAPI, bağları mor menekşe kokuyor
YUNAK'da HUMAN Çayı köpürrek akıyor
KIZILYER'de leblebi çiçekleri şakıyor,
Duygular sanki düğüm, çözülür Yeşil BOR'da
Hadırellezle gidilir bağa, yeni yaprağa,
Canlılık fışkırıyor, hayat gelmiş topraga
Gece çiçeklerinden esans yayılır, dağa
İlham gelir, mısralar yazılır Yeşil BOR'da.
Bor'a özlemle dolu Borlular gurbet elde
Birer hatıra şimdi yanık türküler dilde,
Kavuşmamız neşedir hasretli gönüllerde,
Sabır vuslata tespih, dizilir Yeşil BOR'da.
ACIGÖL, ELALDI'da hayatın son durağı,
Kimini gonca iken ereken almış kırağı
Anmadan durulmuyor neşe olasa da ağı,
Her geçişte burukluk sezilir Yeşil BOR'da
Kaynakları beslesin; yaşatsın karlı dağlar
Pınarlar şırıl şırıl, mehtaba çelenk bağlar,
FESÇİOĞLU, sevinçli gelmiş yine ilkbahar,
Sevgilere mezar mı kazılır Yeşil BOR'da. M. Emin Arısoy (FESÇİOĞLU)
“Geçti Bor’un Pazarı Sür Eşeğini Niğde’ye“
Bor’un pazarı Salı günleridir. Bir gün önceki Pazartesi günü hazırlık günü olup,yöresel deyimle “DERİ PAZARI” dır. Asıl Pazar gününe de ULUPAZAR denir.
Deri pazarı günü, otuz kırk kilometre uzaktan gelecekler ve Salı günü pazara yetiştireceklerin hazırlık günüdür. İlçeye, bu deri günü gelenler, ertesi günün yoğun işlerinden bir kısmını görürler. Bu hazırlık günü çalışmaları,yaz ve kış mevsimine göre değişiklik gösterirdi.
Sonbaharın yazdan kalma bir günü,erken saatlerde,kırk kilometre uzaktaki köyünden çıkmış bir pazarcı, Bor’un bağlarına girdiğinde, geçmiş ikindi zamanıdır. Molayı,yıkılmış kerpiç duvarın içeri girdiği Pınarbaşı mevkiindeki Tütüncü Hasan’ın bağında verir.Eşeğini de dinlendirmek için indirdiği yüke sırtını dayayıp da pazardan alacaklarının hesabını yaparken,içi geçer. Derin bir uykuya dalar.
Eşşeği önündeki yiyecekleri çoktan bitirmiş, bağlı bulunduğu ağacın kabuklarını kemirmeye başlamıştır. Deri pazarı gününün ikindi zamanı başlayan uyku gece de sürdüğü gibi Ulupazar gününün, yani Salı gününün ikindisine uzanır. Yirmi beş saatlik bir uykudan uyanan pazarcı, halinde bir değişiklik hissetmeden şehrin yolunu tutar. Tutar amma,yollarda bir başkalık var, pazara gidenlere rastlayacağı yerde pazardan dönenleri görür. Dönen bir pazarcıya merakla sorar;
Neden Ulupazarını almadan dönüyorsunuz?
Pazarcı ertesi günün Niğde pazarını işaretle; “ Geçti Bor ‘un pazarı, sür eşşeğini Niğde’ye babalık” der.
Deyimler , Atasözleri , Kalıplaşmış ağız
Abaru : Hayret , telaş ifadesi
Ağıllamak : Koyunu kuzudan ayırmak
Aletrik : El feneri
Andal : Tarlanın bölümlerinin her biri.
Aşlık : Buğday
Avşarlamak : Bir işi üstünkörü yapmak
Ate : Hala
Ballık : Yenilebilen bir tür bitki
Bandıkmak : Çok sıcaklamak
Bannakcak : Derme çatma yapılan kapı
Baruu : Korku ifade eden bir ünlem
Batman : Ölçü birimi.
Bazar ekmeği: Somun ekmeği
Bidiminek : Yenilebilen bir tür bitki
Bocut : Küçük testi
Boğen : Kurumamış koyun pisliği
Bolamadı : Çoklukla, fazlasıyla
Boşanmak : Eşeğin zincirini koparıp kaçması
Böycü : Böcek
Bunek : Tanayı bağlamaya yarayan ip.
Bunelek : Yazın hayvanlara muzallat olan bir sinek
Cavlak : Kabuğu soyulmuş ceviz
Cavurdamak : Gürültü yapmak
Caydak : Katıksız
Cıncık : Cam ,Cıncık şeker : Akide şekeri
Cıngıl : Üzüm tanesi
Cızlağan : Isırgan otu
Ciğerin ağzından gelsin : Bir beddua çeşidi
Cingil : Bir çeşit süt kabı
Cingil :Burundan dışarı akan sümük.
Coruhsuz : Çok israf eden
Cülük: Civciv
Çağşak : Taşlık alan
Çalçap : İşi hızlı ve baştan savma yapan
Çellav: Hırçın yapılı
Çepiç : Genç keçi
Çevirme : Üzerine ekmek konulan yuvarlak ahşap sini
Çıkrık : Yün eğirme aracı
Çiğin : OmuzÇoğzürmek : İşemek
Çolpa : Beceriksiz
Çonur : Çalı dikeni
Çopur : Kayalık zirvesi , yamaç
Çömçe: Yemek kepçesi
Çörten : Dam yağmur oluğu
Çukur : Hindibağı bitkisiDal : Sırt
Dam tanası : Aşılanmış cins dana
Daylı : Haylaz çocuğa beddua
Dert: Çocuklara beddua
Depik : Tekme
Devre : Aksi, ters
Deyramber : Ayçiçeği, günebakan
Dıkaçlı : Ağzının içinden konuşmak
Diri gün : Salı günü
Domuşmak : Ayakta durmak
Dölek durmak : Yaramazlık yapmamak
Dumacık : Aşırı rahatsızlığa yol açan bir tür sinek
Ekin yolmak : Ekin biçmek
El galem Çıtkırıldım :Nane molla.
Engel : Tarla biçilmiş buğday , arpa tutamı
Epitmek : Yelllenmek
Fıs dimedi : Hava çok sıcak, hiç rüzgâr esmedi
Folu : Tavuğun yumurtlaması için bırakılan tek yumurta
Fos ciğer : Sakatadın akciğeri
Fotuk : Yeşil renkli burun akıntısı
Fotulamak : Suyun tazyikli akması
Gabala : Rastgele
Gabış : Hayvan (tüysüz hayvan) , Kel
Gadem : Kardeşim
Gağış : Kurumuş hayvan pisliği
Ganara : Doymayı bilmez adam
Gaklık : Taş oyuğu
Gapalı Bazar : Pazar günü
Gararadert : Bedddua
Garağış dumanı : Çok kederli yüz ifadesi
Garık : Bağın bölümlerinden her biri
Garsamba : Gereksiz alet, edavat
Geber yatlık : Gece yemeği
Geleni : Gelincik
Getleme : Yenilebilen bir tür bitki
Gıbal : Sima
Gırkmak : Koyunun yününü kesmek
Gırma : Tüfek
Gırma : Tarlada andalın içindeki küçük engel
Gıtır vermek : Arayı bozmak
Gıykımsız : İşini hesaplamadan yapan
Gocaoğmak : Peynirli, soğanlı ekmek parçası yemeği
Golan : Palanı merkebe sabitlemeye yarayan sağlam ip
Golek : Yapay su birikintisi
Golük : Merkep
Gosa : Tırpan
Guğlek : 2 tenekelik ölçü birimi (30 kg civarı)
Gumanım : Zannedersem
Gurk : Anaç tavuk
Guru : Boşuna, Beyhude yere
Gusgun : Palanın bir parçası
Gülbündü : Kuş burnu
Günülemek : Bir çocuğun başkasını kıskanması
Haftan : Koyunların yem yediği tahta havuz
Hak : Çobanın emekleri karşılığı perânteden aldığı kuzu
Hakkırdamak : Yüksek sesle gülmek.
Hangırda : Nerede
Harar : Büyük çuval
Harım : Harman yeri
Hassek : Sürüden geri kalmış davar
Hazal : Kurumuş yaprakHelik : Küçük yapı taşı
Hereni :Büyük yayvan kazan
Heyden : Güçten kesilmek Takati kalmamak
Heyeri : Be adam
Hındıkmak : Bir isteği olmadığı için içten içe üzülmek
Hülük : Kışın etrafında oturularak ısınılan toprak ocak
Istar : Halı tezgâhı
İl iyisi : Başkasına yaranmaya çalışan
İn : Koyunun kulağına yapılan sahiplik işareti
İni : Kayın
İssissıran : Spatula
İteği : Ekmek yapılırken serilen örtü
İzbet : Yorgun, döküntü mal
Kaklamak : Sıyırmayı küçültmek Kârden gelmek: Gurbetten gelmek
Kef : Kurumuş burun akıntısı
Kele : Uyuz dana
Kelik : Ayakkabı
Kemçik : Düşünmeden konuşan veya iş yapan
Kendir : Sağlam urgan
Kemre : Katmanlaşmış, parçalara bölünmüş hayvan dışkısı
Keşli : Patavatsız
Keşli Saçma sapan konuşan
Kişşik : İmece üsulünde sıra
Kitilemek : Sinirinden dolayı agresif davranmak
Kofere : Bal peteği, Kovan
Koken : Fasulve, karpuz v.b.nin ağacı
Komüs : Su bekçisi
Kulük : Manivela
Küpecik : Peynir konulan toprak kap, küp
Küssük : Küçük balyozLoda : Sıyırma yığını
Lömpü : Ağır, hantal adam
Mane : Kusur bulmak
Mayda :Annelerin sinirli iken çocuklara buyurduğu yemek çeşidi (Zıkkımın kökü)
Mazer yağı : Vazelin
Mısmıl : Murdar olmamış,
Mısmıl otur :Yaramazlık yapmadan oturmak
Mızıklanmak : İşi ağırdan alan
Miliz : Arı
Mimbal : Sivri uçlu kısa sopa
Mürdümüne : Boşu boşuna, beyhude
Nâkıt : Ne zaman
Necaset : İnatçı, çirkef çocuk
Nöğrün: Hal hatır sorma ünlemi, Ne yaparsın
Ohmatsız : Gözü doymayan
Onese : Avlanmak için yapılan mevzi
Ötürek : Amel-İshal
Panus : Yük eşeği
Papara : Soğanlı, domatesli bir yemek
Parç : Maşrapa
Pelezimek : Heyecanlı bir şekilde koşmak
Perânte : Yaylada bir çobana mensup sürü sahipleri
Pırtı : Kumaş örtü
Pırtı : Düğünden önce kız ve oğlan evinin yaptığı alışveriş
Pişkir : Havlu
Pörüşmek : Solmak
Sakı : Ceket
Samarık : Kandırmaya elverişli, tembel
Samırdanmak : Uykuda konuşmak
Saptan gelmiş golük gibi serilmek : Yorgun düşmek
Savan : Büyükce örtü
Savuşturmak : Uğurlamak
Sındı : Makas
Sıracalı : Yaramaz çocuk
Sırçan tüyü : Gri renk
Sıyırma : Hayvanların yediği dikenli bir bitki
Sinekli : Yavaş iş yapan
Sitil : Domates, biber fidanı
Sokurtu : Ağzının içinden konuşmak
Söypümek : İyice zayıflamak, seçilmek
Suğdu : Sinsi insan
Süngü : Bir çeşit kelek
Şalak : Karpuz
Şaplak : Tokat
Şarapana : Üzüm ezilen tahtadan havuz
Şelek : Taşımaya elverişili hâle getirilmiş keven, buğday, sıyırma yığını
Şepe : Bir tür ekmek
Şişek : Genç koyun
Tavlar : Gereksiz eşyaların konulduğu çatı bölmesi
Teleme : Az pişmiş yumurta
Tetir : Ceviz kabuğu ,
Tırık : İshalin şiddetlisi
Tızıkmak : Hızlı koşmak
Tingildemek : Düzensiz ve hızlı yürümek
Toklu : 6-12 aylık kuzu
Topalak : Sakatadın böbreği
Tütsü : Nazarı savmayı amaçlayan duman
Uğra : Ekmek açılırken onun yapışmamasını sağlayan kepek
Ulu Bazar : Pazartesi günü
Ummuoo : Teessüf ederim
Urup : Tahıl ölçü birimi (Guğleğin 1/4'ü)
Üzlük : Yumurta saklanan derin çukur
Yağlı ufak : Ev yufkası ile yumurtalı baharatlı yemek
Yallus : AçgözlüYalyoz :Uyuz, yüzsüz
Yav : Yahu
Yazağır : Yani
Yolak : Patika, dağ yoluYoz : Hayvan sürüsünün gönderildiği yer
Yoz sığırı : İşe yaramaz tembel (Çocuklar için kullanılan hakaret ünlemi)
Yumuş : Görev, iş
Yün eğirmek : Yünü ip haline getirmek
Yüzellik : Nazar değmesini engellediğine inanılan bir tür bitki
Zahra : Tahıl
Zerrâdar : Azıcık
Zıbarmak : Mecburen uyumak
Zımbık : Yumruk
Zıpırdamak Gürültülü bir şekilde oynamak
Zollu : Çok iyi
Zuğmak : Damın akmaması için yapılan toprağı sıkıştırma
-Buldukca bunamak : İyilik yaramaz, kanaatsız.
- Ciğeri yanasıca : Sinirlenince söylenilen bir deyim. Benzer..” ocağı batasıca”
- Kesirinden gelmek : Sırf inat olsun diye yapılan, zora giden, zorla yapılan iş.
- Ümüğü ötmek : Yokluktan ve açlıktan perişan olmak.
- Seyili Akıllı : Aklı havada, ne yaptığını bilmeyen.
- Kara ciğeri söğürme olmak : Suzuzluktan perişan olmak
- Şaştı da donunu yamıyor : Şaşkınlıktan ne yapacağını bilemiyor
- Siniri sipsi olmak : Bakımsızlık, zayıflık hali
- Aşığı kurşunlamak : Turnayı gözünden vurmak
- Boyuna düşmedik kaftan eskir sürünü sürünü ,Yerine düşmedik gelin gider yerini yerini.
- Avrat malı kapı mandalı.
- İpliği pazar bilir, ölüyü mezar bilir.
- Öfkenin aklı olmaz.
- Aç karın katığı neylesin, uykusuz baş yastığı neylesin.
- Ah ile gelen vah ile gider.
- Akılsız başa devlet konmaz, konsa bile çok durmaz.
- Alim yaşadıkça koç olur; cahil yaşadıkça hiç olur.
- Babasının mezarını bilmediğin adama kız verme.
- Büyük dağa kar yağmadıkça küçük dağa sıra gelmez.
- Bidene vurursam böğürürsün
- Kursağında kalasıca
- Hakıştırıvirdi
- Virivir
- İt kılı postal bağı
- Tasımdan gelibatır
- Bırak Allasen
- Depesi delindi
- Şemşamber yönlü
- Kirbidi süslü
- Ödüm sıttı
- Ciğerimin cingil kadifesi
- Dalıma bin
- Hinci gelir
- Nirden gelin
- Bildiğine bit düşsün
- Tabbelleş olmak
- Ocağı batasıca
Bor Tarihi
BOR İSMİ NEREDEN GELİYOR
Bor ismi, Türk aslı bir oymağın adıdır. Yunanca, yol veya deniz limanı anlamına geldiği söylenen “Poros” kelimesi ile ilgisi yoktur. Ali Haydar Önder’in “Türkiye’nin Etnik Yapısı” isimli eserinin 182. sayfasında Bor’un Buğu kabilesinin bir oymağı olduğu yazılıdır.
Dünyada özellikle Türklerin yaşadığı bölgelerde bor isimli yerleşim bölgeleri vardır. Bunlar ; Niğde’nin ilçesi Bor,Rusya’da eski Türk devleti Kazanların toprağında Volga nehri üstünde Bor, eski Yugoslavya toprağında Bor, Mısır’ın güneyinde Sudan’da Bor, Sibirya’da Lena nehri kenarında Bor, ayrıca Anadolu’da Uluborlu, Keçiborlu (buradaki keçi kelimesi eski türkçede küçük anlamına gelen kiçi sözlerinden gelirmiş), Tarakçı Borlu (Safranbolu), Batı Anadolu’da Demirköprü barajı yanında Borlu, Prof. Dr. İsmail Kayabalı ve Semender Aslanoğlu’nun “Beş Nehir Boyu’nun Türklüğü” adlı eserinde Tunceli’nde, Elazığ’da, Genç (Muş) de Bor isimli yerleşim yerlerinin olduğu yazılıdır. Dikkat edilirse bu isimlerin bulunduğu yerler çeşitli asırlarda Türk devletlerinin sınırları içindedir. Rusya’da eski Altınordu topraklarında, Sudan’da, Sibirya’da Rumların veya Yunanlılar’ın ne ilişkisi var?
Eski Türk oymakları gittikleri yerlere kendi oymaklarının adını vermişlerdir. Örneğin; Bor’un Bayat isimli bir köyü vardır. Bu da bir Türk boyudur, 80 civarında Bayat isimli köy vardır. Bor’un eski Cüci köyünün adı da Altınordu devletinin asıl kurucusu Cengiz Han’ın büyük oğlu Çoçi’den gelme olasılığı vardır. Ayrıca son zamanda yapılan araştırmalar ve gezilerden de ortaya çıkmıştır ki Türk Cumhuriyetlerinde bazı eşya ve meyvelerin isimleri ile konuşma deyim ve kelimelerin Borile ilgisi saptanmıştır.
BOR VE ÇEVRESİNİN UZAK TARİHİ
Bor İlçesinin bir kasabası olan Kemehisar tarihi ismi ile Tyana tarihi geçmişini Bizans ve daha öncesinden alan Tyana gerçek bir tarihi hazinedir. Su Kemerleri ve Roma havuzuyla ünlenmiş olan Tyana halen keşfedilmeyi bekleyen yerleri ile tarihle ilgilenen herkesi kendine çekmektedir.
Tyana Höyüğü: 1880-1881 yılları arasında ilk önce Wilson, sonra Ramsay mesafe cetveline göre höyüğün yerini tespit etmişlerdir. Daha sonra hiyeroglif yazısı mütehasislari Hitit ve Asur metinlerinden bu yerin Hititlerce Tuvanuva denen şehir oldugu ortaya koydular. Bu adi Romalılar Tyana şekline soktular. Türkler ise höyüğün üzerinde kurdukları köye (hrıstiyan kasabası yerinde) Kilise Hisar ve daha sonraları Kemerhisar adını vermişlerdir. Romalılar devrinde şehir genişlik almış ve Bor ilçesinide da kaplamiştir. Günümüzde bu yerde görünen su kemerleri Roma zamanından kalmadır
M.Ö. 42 yılında Antuan, Yunan Kumandanı Arkelaosu Kapadokya kralı yapmıştı. Arkelaos Garsona'nın yerinde yepyeni bir şehir kurmuştu. Burasını kendisine taht şehri yapmış ve şehre kendi adını vermişti. Fakat Strabon coğrafyasındaki ifadesine göre cidden şehir denilecek yer Tyana idi. Roma İmparatorluğu devrinde Tyana bu dahiyane örgütlü imparatorluğun resmini düşündüğü çerçevede yaya, sivil, asker ve adalet kurumları ile donanmış ve bir çok güzel yapılarla bezenmiş, han, hamam ve aşevleri ile Romanın cömertlik ihtişamının bir ili olmuştu.
Kalabalıklaşan şehre su, köşk pınarından çift yüksek, narin sari trakit tasından kemerlerle getirilmişti. Aynı zamanda bu çift kemerler arasından şehirden Jüpiter tapınağına götüren(ihtiram yolu) geçmekte idi.Tyana bu yanı ile Pompei şehrini andırıyordu
Tyana’nın bir başka ve önemli özelliği de, yaptıklarıyla ve kişiliğiyle insanlık tarihinin birkaçyüzyılını etkileyen filozof - düşünür Apollon’un (Apollonius) doğum yeri olmasıdır.
Roma Havuzu: Tanri Jupiter'e kösk pınar başında mermerden bir tapınak yapılmıştı; bu yerden çıkan su ona adanmıştı. Tapınağın mermer taşlarından çoğu 1965 yılında Kemerhisar açık hava müzesine kaldırılmıştı. Tapınağın su perilerini gösteren alınlık ve efriz parçalarından bir kaçı da Niğde müzesine getirilmiştirNiğde ilinin ve Bor İlçesinin bilinen târihi beş bin sene önceye dayanır. Eski çağlarda Niğde şehrinin bulunduğu yerde yerleşme merkezi yoktu. Hititler zamânında Niğde, “Nahita” isimli bir yerleşme merkeziydi. Hitit Devletinin yıkılışı ile bu bölge, M.Ö. 8. asırda Frikya Devletinin hâkimiyeti altına girdi. Anadolu’da kurulan Frikya ve sonradan Lidya Devleti, yine iç karışıklıklar ve bölünme neticesi yıkılınca bu bölge Perslerin eline geçti.
M.Ö. 4. asırda Makedonya Kralı İskender, Pers Devletini yenerek Anadolu ve İran’ı Makedonya İmparatorluğuna kattı. İskender’in ölümü üzerine bu geniş imparatorluk, komutanları arasında taksim edilince Anadolu, Selevkos Devletinin payına düştü. Niğde ve çevresi bir müddet Selevkosların elinde bulunduktan sonra Kapadokya Krallığının eline geçti. M.S. 1. asırda Kapadokya Krallığını Roma İmparatorluğu ilhak edince, Niğde Bor ve çevresi Roma’nın hâkimiyeti altına girdi. M.S. 395 senesinde Roma İmparatorluğu ikiye bölününce, Niğde ve çevresi Anadolu’nun bir parçası olarak Doğu Roma (Bizans)nın payına düştü.
Mîlâdî 707 senesinde Emevîler devrinde Niğde ve çevresi İslâm orduları tarafından feth edildi ve bölgeye “Tavâna” ismi verildi. Emevîlerin iç isyan, bölücü faaliyetler ve iktidar kavgaları sebebiyle zayıflaması üzerine Bizans, Niğde ve çevresini Müslümanlardan geri aldı.(M.Ö. 30 M.S. 395) yıllarında kapsayan Roma dönemi Tiyana'nın geliştiği evredir.(M.S. 395) yılında Anadolu Bizans egemenliğine giren yörede M.S. 600 yıllarından itibaren Sasani ve Pers sonrası Arap istilasına uğramıştır. 931 yılında Arap istilası ile büyük ölçüde harap olan bölgemiz 1071 yılında Malazgirt Savaşı ile Anadolu'ya gelen Türkler fethetmiş ve 1170'lerden sonra Türk egemenliği gerçekleşmiştir.
Kâh önemli bir merkez, kâh bir şavaş meydanı olan bölgede Bor merkezi Evliya Çelebi "Seyahatnamesinde" anlatır. Kale, camiler, Humman çayı üzerindeki değirmenler, okullar, tekkeler, hanlar, hamamları yazar ve suyunu havasını över.
Yukarıda belirtildiğigibi Bor merkezi, Kale mahallesinde kalıntıları kalmayan kale içinde kurulmuş Humman (Özden) çayı boyunca oluşan vadinin iki yanında genişlemiş ve 1800'lü yıllarda sazlık olan Karaköprü'ye doğru uzanmıştır. Denizden yüksekliği 1150 metredir. Okçu dağı 2700 metre yüksekliği ile en yakın dağ iken doğusunda Aydos, Üçkapılı, Kırkpınar Dağları ile Melendiz Dağı güney batısında yer alan yükseltilerdir. III. Jeolojik zamanda bölgede bir iç denizin olduğu varsayılmaktadır. Bu konuda ciddi bulgu ve iddialarda bulunmaktadır. Vahap Okay "Anadolu Konuşuyor" adlı kitabında Okçu Dağına bakan "Pınarbaşı mevkiinin Emen Ova'sından Leşkeri'ye kadar olan kesimin deniz olduğu elde edilen fosillerden anlaşılmaktadır, demektedir. "Nitekim, Bor bağlarının bitiminde Bor'dan Aksaray'a giderken dağda olan kayalığa Tokalıkaya denilmesi de Emen Ovası'nın denizden dönüşüme uğradığını kanıtlar niteliktedir. Pınarbaşı ve Acıgöl de denizle bağlantılı olabilir" (1986 sayfa: 267) şeklinde yazısını sürdürmektedir. İç deniz konusunda anlatım ve söylenceleri de vardır.
OSMANLI TARİHİNDE BOR
1071 Malazgirt Zaferinden sonra Anadolu Fâtihi Kutalmışoğlu Süleyman Şah emrindeki Türk ordusu, bütün Anadolu gibi bu bölgeyi de Bizanslılardan alarak fethetti (1076). Sultan İkinci Kılıçarslan burasını yerleşme merkezi hâline getirerek oğlu Melik Arslan Şaha verdi. Bundan sonra gelişmeye başlayan Niğde 13. asrın ilk yarısında Anadolu’nun büyük şehirlerinden biri hâline geldi. Sultan İzzeddin Keykâvus ve kardeşi Sultan Alâaddin Keykubat devrinde bu sultanların emriyle Niğde vâlisi olan Zeyneddin Beşâre, şehri fevkalâde bir şekilde imâr etti. Bu târihlerde Niğde Selçuklu Devletinin önemli bir askerî merkezi (üssü, ser-leşkeri) idi. Zaman zaman Selçuklu Sultanları Niğde’ye gelip bir müddet,otururlardı.
1308 senesinde, Selçuklu Devleti yıkılarak ülke, pekçok beyliklere bölündü. İlhanlılar, Anadolu genel vâlileriyle bu bölgelerde hâkimiyetlerini devam ettirmek istediler. İlhanlıların genel vâlisiyken Orta Anadolu’da istiklâlini îlân eden Eretnaoğulları, Niğde ve çevresine de hâkim oldular. Eretnaoğullarının Niğde vâlisi olan Sungur, Niğde’yi ve Bor 'u geniş,ölçüde,îmâr,etti
Tancalı Arap Seyyahı İbn-Battûta 1333’te Niğde’yi ziyâret etmiş ve eserinde Niğde’yi büyük,bir,şehir,olarak,tasvir,etmiştir.
Eretnaoğulları ile Karamanoğulları arasında Niğde ve çevresi ihtilâf konusu oldu. Eretnaoğullarının yerine geçen Kâdı Burhâneddîn ile Karamanoğulları arasında ozaman çok yeşil olan Bor ve çevresi için çekişme devam etti. Kâdı Burhâneddîn’in vefâtından sonra bölgeye kesin olarak Karamanoğulları hâkim oldular. Karamanoğulları zamânında da (1365-1476) Bor gelişmeye devam etti. Niğde, 1341-1365 arasında Eretnaoğulları ve 1365-1476 seneleri arasında Karamanoğulları idâresinde kalmıştır.
Sultan Yıldırım Bâyezîd Han, Niğde ve çevresini alıp Karamanoğulları beyliğini ortadan kaldırdı. Yıldırım Bâyezîd’in Tîmûr’a 1402 Ankara Savaşında yenilişinden sonra, Osmanlıların büyük gayretleriyle kurulan Anadolu birliği ortadan kalktı. Birçok Anadolu beyliği gibi Karamanoğulları Beyliği de tekrar kurularak Niğde’yi ele geçirdi.
1419’da Mısır Memlûk Sultanı Müeyyed’in oğlu İbrâhim, Niğde’yi aldıysa da muhafaza edemedi ve Niğde yeniden Karamanoğullarının eline geçti. Niğde ve çevresi, 1470’te Fâtih Sultan Mehmed Hân devrinde kesin olarak Osmanlı Devletine katıldı. Osmanlı Devletini yıkmayı ihtiras derecesinde gâye edinen Akkoyunlular ve Karamanoğulları, ittifak ederek Niğde topraklarına girdiler. Fâtih Sultan Mehmed Hanın oğlu Şehzâde Mustafa tarafından büyük bir yenilgiye uğratılıp, doğuya sürüldüler. Aynı sene İshak Paşa, Niğde’yi Karamanoğullarından geri alarak, Karamanoğulları Beyliğini kesin bir şekilde târihten sildi. Böylece Anadolu, Osmanlı idâresinde Fırat veToroslara kadar birleşti.
Osmanlılar devrinde Niğde, 17. asırda Karaman Beylerbeyliğinin yedi sancağından biri idi. Yirminci asır başlarında ise Niğde, Konya eyâletinin beş sancağından biriydi. Yedi kazâsı vardı.
Osmanlı devrinde Niğde, zaman zaman isyanlara ve çatışmalara sahne oldu, bundan zarar gördü ve göçler başladı. Kayseri ve Konya gelişirken, Niğde iç isyanlarla ikinci derecede bir şehir durumuna düştü. İsyan eden Abaza Mehmed Paşa, Niğde’yi yağma etti. Düşman istilâsı görmemiş bir ilimiz olan Niğde Cumhûriyet devrinde (1923) il merkezi,oldu.
Niğde ve Bor özellikle Anadolu Selçuklular'dan I. Alaeddin Keykubat zamanında parlak bir dönem daha yaşanmıştır. Dönemin valisi Zeyneddin Beşare'nin yaptırdığı Alaedin Camii (1223) ve daha sonra yaptırılan Hüdavent Hatun Turbesi (1312) dönemin günümüze bıraktığı,miraslardandır.
Anadolu Selçukluları Kösedağ Savaşında (1243) Moğollara yenilence bölge Moğolların uç beyliği olan İlhanlıların idaresine geçmiştir. 1357 yılında ise Karamanoğulları bölgenin yeni sahibi olmuşlar ve Akmedrese'yi yapmışlardır(1409). 1471 yılında ise Fatih Sultan Mehmet Karamanoğullarını yenilgiye uğratarak Niğde'yi ve diğer bölgeleri almıştır.
Bor İlçe merkezinde Alaaddin Cami Karamanoğulları döneminden, Paşa ve Kale Camileri Osmanlı,döneminden,kalma,önemli,eserlerdir
Osmanlı döneminde Niğde ve İlçesi Bor eski önemini büyük ölçüde yitirmiştir. Cumhuriyetin kurulmasıyla 1923 yılında il statüsüne kavuşmuştur
CUMHURİYET TARİHİNDE BOR
Cumhuriyetin kurulmasıyla 1923 yılında Niğde il statüsüne kavuşmuştur.
Osmanlı'nın çöküş dönemi ile başlayan ve çok uzun zamandır süregelen kargaşa ve belirsizlik, Milli Mücadele ile başlayan, Cumhuriyetle devam eden yeni dönemde son buldu.
Cumhuriyetle başlayan istikrar, bütün Türkiye'de olduğu gibi, Niğde'de de Bor 'da bayındırlık, eğitim, sağlık, sosyal ve kültürel alanlarda büyük gelişmeleri beraberinde getirdi.
1932’de Niğde ve Bor’dandemiryolu geçerek Ankara-Kayseri istikâmetinden gelen hat, Konya ve Adana istikâmetine giden hat üzerinde bir istasyon oldu. Niğde’nin güneyinde Ulukışla’da demiryolu ikiye ayrılmakta biri batıya Ereğli-Karaman-Konya’ya; diğeri de güneydoğuya,Adana,ve,Mersin’e,gitmektedir.
Cumhuriyetin ilk zamanlarında Bor Ticari nufuzu Niğde 'den daha gelişmiş idi.
Büyük bir kasaba görüntüsünde olan Niğde Merkezi Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren yapılan değerli çalışmalarla çehresini değiştirmeye başladı.
Kuvai Milliye Hareketini Niğde , Nevşehir Ürgüp gibi bu çevreyi teşkilatlandıran Bor ileri gelenleridir. Osmanlı döneminde ve Cumhuriyetin ilk yıllarında Demircilik adına silah , barut , kılıç vs. Bor ilçesi esnafları tarafından temin edilmiştir. Bor’da Dabaklık, Demircilik gibi sanatların ilerlemesinin sebeblerinden birisi de budur. Atatürk ve O'nun kurduğu Cumhuriyeti gönülden benimseyen, her zaman ona desteğini devam ettiren yörelerin başında Niğde ve Bor gelmektedir.
Cumhuriyetin ilan edildiği gün bu mutlu günü top atışlarıyla kutlayan ilk şehir Niğde'dir.